“Elvis'i
Dinlerken Radyonun Başından Ayrılmazdım!”
Zafer Dilek... Türkiye'de Sezen Aksu’dan
Yeliz’e kadar pek çok sanatçının albümlerinin aranjörlüğünü
yapmış, hem Türk müziğini, hem yabancı müziği çok iyi bilen
gerçek bir müzik adamı… Elvis’e ayrı bir sevgi duyan ve
Cantekin-Zafer ikilisi olarak TRT’deki Rock and Roll
programlarından da hatırladığımız Zafer Dilek ile müzik
yaptığı mekânda söyleştik. Kendisine çok teşekkür ediyoruz.
Söyleşi:
Korkmaz Uluçay (16 Temmuz 2004)
.........
/ ..........
Elvis’i ilk ne
zaman hatırlıyorsunuz?
Elvis Presley’i
daha müziğe başlamadığım yıllarda, dinleyiciyken hatırlıyorum: 1956
falan, 11-12 yaşındayken. Elime ilk gitar alışım 1958 yılıdır. Daha
önce mandolin çalıyordum. Rahmetli babam almıştı ilkokulu bitirince.
Ailemde hiç müzisyen yok. Elvis’i dinlerken radyonun başından hiç
ayrılmazdım. Elvis Presley aslında pop akımını başlatan kişi. Yalnız
müzik değil, giyinişten davranışa yaşam biçimini etkileyen biri. Bu
tamamen 50’li yıllara özgü bir şey, bir daha da olmayacak, isterdim
olmasını. Yani her şey iz bırakıp başka bir şeye dönüşüyor. O dönemi
dolu dolu yaşadım ben. Mesela o atmosferi “Grease” filmi çok güzel
anlatır. Biz Adana’da bile o dönemi hissetmiştik. O zaman Türkçe
hafif müzik yoktu, bir tek tangolar vardı, Celal İnce gibi. 1963’te
falan başladı, Adamo’ya Türkçe söyletmek gibi: “Her Yerde Kar Var”…
Sacha Distel…
Johnny Hallyday!
Evet, Peppino Di
Capri… Bir de Amerikalı vardı aslında eskiden, “Üsküdar’a Gider
İken”i söyleyen, neydi adı?
Ertha Kitt?
Evet, hatta
Türkiye’ye geldi sonra, ben Hilton’da çalışırken. Biz o yıllarda
Elvis’in ne kadar şarkısı varsa hepsini söylemeye çalışırdık. Şu
anda bile bazılarını söyleriz. Ben aslında şarkıcı değilim tabii.
Gençler maalesef pek bilmiyor. Bugün hatta “She’s Not You”, “A Fool
Such As I”ı benim repertuara ekledim. Başka da var: “Can’t Help
Falling In Love”, “Surrender”, “It’s Now Or Never”… Cantekin’leyken,
o zamanlar bile kimsenin cesaret etmediği Elvis şarkılarını yaptık.
Haftada bir “Geçmiş Zaman Olur Ki” diye TRT’de yayınlanırdı. Bayağı
ilgi görürdü. Hatta montajlarını bile ben kendim yapardım. Beş kez
çekerdik bir parçayı değişik açılardan.
Biz beklerdik “bu
hafta Elvis söyleyecek misiniz” diye…
Bende çoğunun
kopyası var, galiba Betamax’ta… VCD’ye çekmek lazım şimdi. 1955-70
arasına ait çok şarkı yaptık o programda, Elvis’in de çok şarkısı
vardı. Tabii başka şarkıcıların da…
Enstrümanların
çoğunu çalıyorsunuz bildiğim kadarıyla?…
Esas gitar
çalıyorum, ama mecburiyetten belki de, piyanoya da geçtim. Yaylı ve
nefesliler dışında hepsini kendim çaldım kayıtlarda. Zaman zaman
söylüyorum ama şarkıcı değilim. 1972’den beri aranjörlük ve
yönetmenlik yapıyorum. Aktif müziği bırakmadım, ama tabii eski
yoğunluk yok. Böyle haftanın iki günü bu dernek lokalinde müzik
yapıyorum. Genelde bu statülerdeki yerlerde çıkıyorum, piyasada
çalışmıyorum yani. Moda Deniz Kulübü, Büyük Kulüp vs. Orta yaş ve
üstü insanların devam ettiği yerler. Tabii hızlı yıllarımız da oldu:
60’lı yıllar, 70’ler, 80’ler kısmen... Sonra bizim dönem bitmeye
başladı (gülüyor)…
Kurduğunuz
orkestralar olmuş geçmişte, değil mi? Sahir Kayahan, Ataman?…
Kendi adıma da
bir kez kurdum, evet… Bir de Atakan vardı davulcu… “Zafer Dilek
Dört” adıyla, 70’lerin başı…
Bir de
"Kontrastlar Grubu" varmış, 1967?
Evet, daha
doğrusu şöyle: 1965’te geldim İstanbul’a ben, daha önce
Adana’daydım. Orada “Mavi Gölgeler” adıyla dört kişilik bir grubumuz
vardı. Yani profesyonellik 1962’de başladı. Belki de
yarı-profesyonel denebilir, lise yıllarıydı. Sonra üniversite için
İstanbul’a geldik, geliş o geliş… Buraya gelirken de müziği
bırakacağımı düşünüyordum, çünkü “İstanbul’daki müzisyenler bizden
çok iyidir” diyordum. Ama baktım ki bizden bir fazlalıkları yok.
Bazı rastlantıların da yardımıyla burada da başladık. Adana’daki
gruptan üç kişiye buradan da üç kişi ekleyip altı kişilik
“Kontrastlar”ı kurduk. Bu üç kişiden biri şimdi Moğollar’ın bas
gitaristi Taner…
Taner Öngür,
değil mi? İzzet Bici de varmış?
Evet. İzzet
solistti ve gitar da çalardı. O ve Türker (saksofon) şimdi
Amerika’da. Türker Boston’da profesör. İzzet Miami’de yaşıyor… Okan
Dinçer 1976’da rahmetli oldu, klavyeci, çok üzüldük. Ben de 1989’a
kadar canlı müzik yani kalabalık orkestrayla çalıştım. Kronolojik
olarak söyleyeyim: 65-68: Okan Dinçer Kontrastlar; 68-69: sadece
Kontrastlar, Okan İsveç’e gitmişti; 69’da: rahmetli Faruk Akel Orkestrası vardı. Türkiye’nin hatta Avrupa’nın en iyi alto saksofoncusuydu belki. O grupta bir sezon bas gitar çaldım. Sonra
Önder Bali Orkestrası… O arada İstanbul radyosu emisyonlarına
katıldım, sigortalı oldum. İyi para kazanıyorduk, talep çoktu, nezih
gece kulüpleri vardı, içkili danslı yerler. Hepsi de iş yapardı.
72’ye kadar muhtelif sanatçılara stüdyo gitaristliği yaptım, sonra
aranjörlüğe geçtim. Kendi plaklarımı yapmaya başladım. Türk Sanat
Müziği eserlerini Batı Müziği anlayışıyla enstrümantel
seslendiriyordum: “Bütün Meyhanelerini Dolaştım İstanbul’un” mesela.
Çok ilgi gördü. Türkiye’de enstrümantel müzik açısından önemli bir
dönem başladı. Bir daha da olmadı. Benden sonra gitarist arkadaşlar
Yurdaer Doğulu, Cengiz Coşkuner ve Metin Alkanlı yaptı aynı şeyi.
Şaşırtıcı bir ilgi oldu, 1980’e kadar sürdü diyebilirim. 1973’te
Özdemir Erdoğan’la çalıştım. 1974-82: Doruk Onatkut. 82’de askerlik.
84-89: yine Onatkut Orkestrası Hilton’da. 89’da Cantekin ile ikili
yaptık. Üç yıl öncesine kadar da 10-11 yıl ikili çalıştık
Cantekin’le. 2000’den bu yana da buradayım. Aslında sayfalar
tutacak şeyi özetledim işte. Kendime kızıyorum günce tutmadığım
için. Aslında çok ayrıntı var. İyi bir kitap yazılmalı.
Elvis'ten başka
sizi etkileyenler?
Shadows’dan çok
etkilenmiştim zamanında. Onun gitaristi gibi çalmak çok modaydı. Üç
gitar, bir davul: Gökçen Kaynatan, Mesut Aytunca, Siluetler, Mavi
Işıklar hep o şekildedir… Klavye olayı sonradan geldi, biz başlattık diyebilirim.
Rahmetli Okan’ın bir Hammond orgu vardı. İncirlik’teki Amerikan
üssünden almıştı 17 bin liraya, o zaman çok büyük para, 1963 falan.
Hammond bir tek bizdeydi. Sonra Şerif Yüzbaşıoğlu getirdi. Ve hatta
İstanbul’daki grubu kurmadan önce Okan birçok orkestradan teklif
almıştı “bizle çalış” diye. Şimdiki gençler müzik aleti bulmada bir
sıkıntı yaşamıyorlar. 80’lere kadar biz çok yaşadık. Ben Adana’da
gitar teli bulamazdım; bağlama teli takardım, kopardı. İstanbul’a
giden birinden rica ederdim, tek marka vardı: Avusturya malı
Quintin. Onu bulursa çok sevinirdik. Limon sandığı dediğimiz
gitarlar vardı. “Bir gün elektro gitar sahibi olacağız mı?” diye
merak ederdik. Sıkıntı çekerdik, ama gönül vermiştik işe, şikâyet
etmezdik.
Elvis’in ölümünde
neler hissettiniz?
1977’de Elvis
öldüğünde sanki bir yakınım ölmüş kadar üzüldüm inanın. Bir türlü
kabullenemedim. “Bu adam daha genç!” dedim. Zannederim karısından
ayrıldığı için büyük bir depresyona girmişti. Ayrıntıları
bilmiyorum. Parasal sorunu yoktu çünkü, kesinlikle mutlulukla ilgili
bir şey olmalı. Priscilla mıydı karısı? Bir de kızı vardı.
Evet.
Öldükten sonra
bile hâlâ para geliyordur onlara… Bir de Gölcük depreminde
kaybettiğimiz bir arkadaşımız vardır: Ertuğrul Çayıroğlu… Aklıma
geldikçe çok üzülüyorum. Çok değerli müzisyendi. Konservatuar
mezunu; pek çok enstrüman çalardı. Uzun yıllar çalıştık çeşitli
orkestralarda… Neyse, o dönemden arkadaşlar hep benim gibi şimdi,
yani aktivitelerini marjinal olarak sürdürüyorlar. Anlayan falan da
yok zaten, gençlerin çoğu bir şey anlamıyor. Ben “şahmerdan”
diyorum, davulun o sesi var ya pedal? Devamlı aynı ritim. Arabalarda
bir de kontrapedal duyarsın. Başka bir şey yok, hemen oynamaya
başlıyorlar. 1977’de -Elvis öldüğü yıl- işte bu disco denen şey
çıktı ve ondan sonra her şey bozuldu. Bak enteresan şimdi söylerken
fark ettim aynı yıl Elvis’in öldüğünü… Disco adıyla da çıkmadı
“Philadelphia Sound” diye çıktı önce. O kadar basit ki, belli
şablonlar var: altyapıyı koyuyorlar, armoni, üstüne de melodi, bitti
iş. Bir yaratıcılık yok, oysa ben sabahlara kadar nota yazdığımı
biliyorum orkestrayı yönetmek için.
O zamanlar
insanlar daha araştırıcı ve yaratıcı mıymış?
Düşünün o
klasikçiler zamanında ne teyp var, ne radyo. Adamın müziğini
seslendireceği teknoloji yok, ancak orkestranın önüne koyup
çaldırabiliyor. Ses tertibatı yok, ona göre yazmış. Bugün
dinliyorsun o eseri konser salonunda, her şeyi naturel duyuyorsun.
Mikrofon falan yok, tenorun veya sopranonun sesini, enstrümanların
uyumunu ona göre ayarlamak zorunda adam. Dediğim gibi imkânsızlıklar
yaratıcılıkları ortaya çıkarıyor.
Valla çok güzel
anlattınız her şeyi. Hazırladığım soruların çoğunu sormama gerek
kalmadı. Cantekin ile yaptıklarınız dışında hiç Elvis kaydı oldu mu
stüdyoda?
Olmadı.
Cantekin’le yaptıklarımızın kayıtları ses kaseti olarak da var
bende. Sana kaset hazırlayıp vereyim.
Koleksiyonunuz
var mı?
Maalesef. Var bir
şeyler ama belli bir konuda yoğunlaşarak yapmadım. O yüzden pişmanım
diyebilirim. Bundan sonra da zor tabii…
Özel Elvis
şarkıları var mı sizin için?
Hepsi aynı
değerde, ama “A Fool Such As I”ı çok severim. Elvis’in ünlü
şarkılarının stüdyo kayıtları sırasında hatalı ya da beğenilmeyen
versiyonlar da hep kaydedilmiş, yani teyp durdurulmamış. Elvis’in
konuşmaları falan, onları dinledim bir yerde. DVD’lerini arıyorum,
konserlerini seyretmek için.
Elvis’le
bağdaştırdığınız Türk şarkıcıları?
Erkut Taçkın ve
Ersan Erdura… Hatta Erkut daha öğrenci iken gizlice orkestra kurup
radyoda emisyonlara çıkardı. Ben onları Adana’da dinler ve hayran
kalırdım. Saksofoncu Yalçın Ateş vardı onlarla birlikte.. Bizimle de
çalıştı sonra. Erkut süper söylerdi. Erkut nereye giderse oraya
giderdik o yıllarda. Daha çok Elvis şarkıları söylerdi. Ersan Erdura,
Erkut kadar eski değil tabii ama 68’de falan başladı sanırım, o da
iyi söyler. Erol Büyükburç da iyi söyler ama onun sesi tenordur,
ince yani.
King Creole’u
söyler Erkut Bey?
Evet, biliyorum,
enteresandır biz o parçayı pek çalmadık. Bir kere Etiler’de bir
yerde Erkut’a çaldık galiba sahnede.
Çok çeşitli tür
yapmışsınız. Bilinçli mi oldu bu?
Aranjör olarak
her tür müzikle uğraşıyorduk, ama artık Unkapanı’ndan koptuk. İşi
bilen firma sayısı da çok azaldı. Bülent Ersoy, Edip Akbayram,
Muazzez Abacı, hepsiyle çalıştım, yani işini yapmadığım sayılı insan vardır: Aklımda
kalan: Ajda ile Tanju Okan galiba sadece çalışmadıklarım… Plakçılık
hayatım başkadır, sadece ona bakanlar yanılır. Arabesk de
yapmışımdır. Ama sahnede hep Batı Müziği çalardım. “Nasıl oluyor?”
derlerdi. Ayrım yapmam ben, caz da yaptım, Arif Sağ ile Anadolu
motiflerini içeren albüm de yaptım.
ElvisTürk
üyelerine mesajınız var mı?
Valla, her zaman
yanınızdayım. Her şeyden önce Elvis’i sevdiğiniz için teşekkür
ediyorum. Bizim dönemimizi anlamış görünüyorsunuz. Fan kulüp olarak
gittikçe büyümenizi dilerim. Genelde gençlerin geçmiş bilgileri yok,
ama sizi tebrik ediyorum. Geçmişten kopmamak lâzım… Yaptığınız
aktivitelerde, müsait oldukça, benden size tam destek... Jam Session
gibi olaylarda diğer sanatçı arkadaşlarla bir araya getirin bizi,
ben varım. Şimdi şurada olsalar neler yaparız. Maddi beklentileri
arkaya atan sizin gibi idealist arkadaşlar çok yok, sizi takdir
ediyorum.
|