“Elvis'in
şarkıcılığına kimse laf söyleyemez!”
Erkut Taçkın...
Türkiye'de Rock and Roll denince ilk akla gelen isimlerden biri...
Elvis'e olan hayranlığı bilinen bu usta şarkıcı ile evinde
Kral üzerine bir söyleşi yapma şansına ulaştık. Sorularımıza içtenlikle
cevap veren ve bizi ağırlayan Erkut Taçkın'a çok teşekkür ediyoruz.
Söyleşi:
Korkmaz Uluçay (12 Mayıs 2003)
.........
/ ..........
İlk ne zaman
Elvis’i dinlediğinizi hatırlıyor musunuz?
Erkut Taçkın: Hemen hemen çıkar çıkmaz…
Yani 1956 diyorsunuz?
Evet… Zaten benim müziğe atılışım da o yıla denk gelir. 1940
doğumluyum, yani 16 yaşındayken. Benim ilk sahne alışım 1956’da
Hukuk Balosu’nda olmuştur.
Peki ilk dinlediğiniz şarkı hatırınızda mı?
Onu pek çıkaramıyorum. Bizim zamanımızda imkânlar kısıtlıydı.
Plağını bulmak bile olaydı. Ne var ki, benim avantajım babam deniz
subayı, yani amiral olduğu için, Amerika’dan getirtebiliyorduk.
Zannederim Heartbreak Hotel’di.
Deniz Lisesi’nde okuyordunuz… İlk trompet çalarak başlamışsınız,
öyle mi?
Evet… Sonra biraz gitarla uğraştım armoni olarak ama tam
çaldığım söylenemez; daha çok vokalle uğraştım.
Deniz Lisesi’nden bilerek atılma olayı nasıl oldu?
İki sömestre kaybettik Durul Gence ve ben… Güngör diye bir
arkadaşımız da vardı müzik topluluğunda. Beraber hemen ayrılıp
yedeksubaylığa gittik. Harp Okulu okuduğumuz için o hakkımız vardı.
Kasten yaptınız yani ayrılmayı?
Öyle… Ben ayrıldığımda babam amiraldi mesela… Karşı çıkmadı.
Zaten girmemi çok istememişti. Müzikte biraz isim yapınca… Biz
Türkiye’nin ilk vokal grubuyduk. Teğmen çıkınca alacağımız maaşın
fazlasını bir gecede kazanmaya başladık. Tabii, müziğe olan korkunç
ilgi ve sevgi neden oldu ayrılmamıza.
Bir yerde Türkiye’ye ilk elektro gitarı sizlerin getirdiği yazıyor;
bunu biraz anlatır mısınız?
Savarona’yla bizim mektebin bir sınıfı muhakkak dışarı çıkardı.
Yani Akdeniz ülkelerine giderdi. Bizim topluluğun elemanlarından
Ersin Yüce şimdi kimsenin eline almayacağı bir gitar getirmişti. Bir
İtalyan gitarı, kasası yok. Daha önce bir İtalyan orkestrası
getirmişti ama o cins değildi, kasalıydı. Diğer müzisyenlerin o
gitara nasıl baktığı hâlâ gözümün önündedir. İşte böyle
imkânsızlıklar içindeydik ama tabii bunlar olacaktır, yani biz
olmasak başkası olurdu.
Sonra bir
Almanya olayı var. “Black Points” diye bir grup kurmuşsunuz. Onu
biraz anlatır mısınız?
Ben Almanya’ya Ford fabrikasına işçi olarak gittim. Köln’de
çalışırken Münih’ten haber geldi arkadaşlardan bir grubun başına
geçmem için. Onlarla da uzun süre kader birliği yaptık. Almanlar
ismimi telâffuz edemiyorlardı, uysun diye “E. TACK & the Black
Points” adını verdik gruba. Herkes esmer olduğu için orkestrada ben
bu ismi taktım: Siyah Noktalar… Sonradan Alman müzisyenleri de aldık
ama aramıza. Almanya’da kaldığım bu 5 sene zarfında Türkiye’ye
turnelerle 2 ya da 3 ay gelmişimdir. Almanya’da daha ziyade Amerikan
kışlalarında çalışıyorduk. 1961-1966 arası…
Elvis 1960’da ayrılır Almanya’dan… Siz bir sene sonra gitmişsiniz.
Bu Ford fabrikasında bilfiil işçi olarak çalıştınız yani?
Tabii, tabii…8 ay.
Peki o zamanlarda Elvis’i seyretme şansınız olmuş muydu?
1960’larda vardı, önce değil. Amerikalıların Gölcük’te
sinemaları vardı. Babam amiral olduğu için gidip seyredebiliyordum.
Mesela Jailhouse Rock’ı, Blue Hawaii’yi orda seyrettim. Almanya’da
da filmlerini seyrettim. Oyunculuğu değil, müziği daha çok
seyrettiriyordu bana. Aktör olarak pek değerlendirmem, daha çok
müziğiyle…
Sizle ilgili bir belgesel vardı televizyonda iki sene oldu galiba.
Orda Durul Gence sizin hakkınızda konuşuyordu. “Biz Elvis’i ilk
zamanlar seyretmemiştik. Bizim Erkut onun şarkılarını söylüyordu.
Elvis’i daha sonra seyredince biraz abartılı buldum bizim Erkut’a
göre” dedi.
(Gülüyor) O tabii Durul’un kişisel fikri… Ama sahnede iyi
durduğumu biliyorum, yani iyi hareketler yaparım. Elvis kalçalarını
falan iyi kullanırdı. Ben daha sek yaparım hareketleri, elimi kolumu
bağlasan söyleyemem tabii… Ama Elvis’ten kapmamıştım hareketleri,
çünkü seyredememiştim zaten.
Yani bir taklit olmadı, kendinize göre hareketlerinizi oluşturdunuz?
Tabii… Benim zaten bu Deniz Lisesi Harp Okulu Topluluğu’na
seçilmemin sebebi iyi dans etmemdi. Bir de boru trompet takımının
şefi olmam. Her fırsatta dans ederdim.
Kronolojik açıdan geç bir soru olabilir ama Somer Soyata topluluğuna
girmeniz nasıl oldu?
1955’te bu topluluk kuruldu. Beni de Durul’un etkisiyle aldılar.
Somer Soyata bizim ilk hocamızdır diyebilirim. Aslında böyle biri
yok biliyorsunuz, Erkan Gürsal’ın takma ismidir. Askeri okulda
keyfinizce davranamıyorsunuz, gizli isim olarak kullanıyorduk.
Hapislere falan girdik ama Allah için bize toleranslı
davranıyorlardı büyüklerimiz. Ondan sonra, vokal grup olarak ilktik
işte. Enstrümanlar da vardı grupta ama 4 kişi de vokal yapardık.
Herkes ayrı şarkılar söyler, diğerleri onu back-up ederdi. Ben tabii
daha çok Elvis’ten söylerdim, beni çok etkilemiştir.
Hâlâ
birliktesiniz.
Evet, evet… Şimdi 3 kişiyiz vokalde. 1940’larda doğup da
Elvis’ten etkilenmeyen şarkıcı azdır. Herkes birinin etkisinde
müziğe başlar. Ben de Elvis’ten çok etkilenmiştim. Elvis Beatles’ı
da etkilemiştir, Tom Jones’u da.
Elvis’in biliyorsunuz bir vokal grubu vardı: Jordanaires… Soyata
Grubu da onların soundundan etkilenmiş miydi?
Etkilememesi imkansız ama Erkan Gürsal kendine özgü şeyleri de
katardı… Yani kopya değildir…
Türkçe şarkı
az mıydı yaptığınız?
Yok, epey var. Almanya’da Durul’la kendi imkânlarımızla
çıkardığımız single’lar var. Burada 12 tane Türkçe var LP içinde…
Birkaç tane de kendi bestem oldu hayatımda… Genelde ama İngilizce
tercih ederim, bugün de daha çok İngilizce söylüyorum.
Genelde bir uzmanlık sözkonusu olmalı demişsiniz.
Gayet tabii… Bir konuda uzmanlaşmak lazım. Her şeyi söylemek
olmaz.
Erkut Taçkın diyince Rock and Roll mu akla gelmeli?
Evet, daha sonra ama R’n’B oldu. Caz da var tabii…
Bir ara Kalkan’a yerleştiniz. Müziği bıraktınız mı o sürede?
22 sene… Bunu herkes soruyor, müzik bırakılmaz, sahne bırakılır…
Müzik girdiyse içinize bırakılmaz. Sahneyi bırakmamın sebebi de
ideallerimden fedakârlık etmem gerekiyordu. Türkçe parçalar
revaçtaydı. Tabii burası Türkiye elbette olacak da, ben alışmadığım
için çekildim. Anadolu Rock falan gibi hiç tasvip etmediğim isimler
kondu. Rock and Roll vardır, Sibirya Rock veya Japon Rock’ı olmaz.
İsveçli yaptıysa ne olmuş yani? Sitar koyunca içine Hint Rock’ı
demediler ki, bağlama koyunca içine Anadolu Rock olsun.
Spora merakınız geldi aklıma dambılları görünce burada. Deniz
Lisesi’nde yüzme olayı vardı galiba?
Deniz Harp Okulu’nun yetiştirdiği en iyi yüzücüydüm. Zaten oraya
gelmeden birkaç şampiyonluğum vardı 7-10 yaşları arasında… Aşağıda
bir odam var, orada devam ediyorum çalışmaya… Şu anda bile 10 km
koşabilirim.
TRT’de hep sizi büyük orkestra ile King Creole’u söylerken izledik.
Ayrı bir anlamı var mı?
Şimdi ne oluyor biliyor musunuz? Repertuardaki bazı şarkılarla
özdeşleşiyorsunuz. Herkes onu istiyor, onu söylediğim kadar hiçbir
şarkıyı söylemedim herhalde hayatımda. Bunu söylemezsek olmaz
deniyor bir süre sonra…
Bir de zor bir şarkıdır.
Evet, Türkiye’de benden başka kimse teşebbüs etmedi. Çok geniş
bir ses istiyor, pesler ve tizler… Oktav atıyorsun (söylüyor
biraz)…
TV’de “One Way Ticket”ı da çok söylerdiniz? İçinde Elvis’in
şarkıları da geçer…
Evet, Heartbreak Hotel, A Fool Such As I…
Buradan şuna geçelim: Elvis’in en sevdiğiniz şarkıları?
Valla çok var… Teddy Bear, In the Ghetto, Fever, Wear My Ring
Around Your Neck…. O kadar çok iyi şarkısı var ki… Bu adam
şarkıcıdır, yani şey değil… Repertuarımda olanlar bunların yanında:
It’s Now or Never, Surrender… Ben cazın içinde de Latin ögelerini
çok severim. Rock and Roll’u da cazdan çok uzak tutmuyorum,
etkilenmiştir. Blues varsa caz da var demektir. Elvis de Latin
ögelerini çok kullanmıştır.
Elvis’le ilgili arşiviniz var mı?
Var, daha da topluyorum…
“Genelde ilk dinlediğimde çok farklı geldi Elvis” derler… Bu konuda
biraz konuşalım.
Doğru… Müzik sadece kulağa değil, göze de hitap etmektir eğer
“in person” karşısına çıkıyorsanız insanların. Bu adam çok iyi
hareket edebilen, dansı kendine has biri. Tabii, bir devrimdir, yani
onu görünce “Elvis the Pelvis” falan demişlerdir. Ama o kadar iyi
bir menajerin elinde ki, tabii, kendi katkıları da var, yani “bunu
böyle yap” demiş. O zaman dikkat çekti. Başlangıçta söylediği
parçalar –nasıl söyleyeyim- basitti, sonradan komplike oldu adam. En
zor parçaları da söyledi. Ve kimse de onun gibi söyleyemiyor hâlâ,
dikkat edin. Şarkıcılığına kimse laf söyleyemez.
Bugünkü çalışmalar neler?
Benim en büyük avantajım etrafımda daima iyi müzisyenlerin
olması oldu. Az ve öz çalışmayı tercih ederim. Önce ben eğleneceğim,
memnun olacağım. Tek başıma da çalışıyorum, vokal grubuyla da…
Repertuarda King Creole var mı gene?
Valla onu zorla söyletiyorlar muhakkak… Trouble’ı da söylerim o
albümden, bir de Young Dreams… Bunlardan başka Big Hunk O’Love,
Fever… Jailhouse Rock’ı da söyledim. Gözüm karadır benim…
Türk müziğine
etkileri neler oldu Elvis’in?
Onun yaptığı her hit Türkiye’de kabul görmüştür. Onun
şarkılarını söyleyenler iyi uyguladılar mı, isim vermek yanlış olur.
Elvis’i anlamadan, bilmeden de söyleyenler oldu. Elvis ayrı bir
felsefedir, ayrı bir tarzdır…
Bizim ElvisTürk üyelerine bir mesajınız var mı?
Valla çok güzel bir yolda olduklarını söyleyebilirim. Ben şahsen
uygulamalarımla da ne kadar sevdiğimi gösteriyorum. Elvis basamak
basamak çıktı ve son şeklini buldu. Üyelere devam etsinler derim.
Müzik her şeyden evvel bir terapidir, dinleyici olarak da, icracı
olarak da…
|