"ALMANYA'DA
İKİ ENFES GÜN..."
(Yazan:
Hıncal Uluç)
(Hıncal
Uluç'un 18 Ocak 2005 tarihinde, Sabah Gazetesi'ndeki "Hıncal'ın Yeri" adlı
köşesinde yayınlanan yazısını kendisinden izin alarak yayınlıyoruz.)
|
Frankfurt deyince nevrim döner.. 1968 ile 1972 arasında Cüneyt Ağbi'nin Delta Ajansı'nda Halkla İlişkiler Danışmanı
idim.. Bakmayın öyle.. Bu ülkenin ilk PR'cılarından biriyim.. O zaman Halkla İlişkiler diye Türkçeleştirilmemişti
bile, PR, yani Puplic Relations.. En yakın dostlarım bile anlamazdı ne yaptığımı.. Öylesi..
Lufthansa müşterimizdi. Durmadan Frankfurt'a giderdim.. Bahnhof ile Kaufof arasında Kaiser caddesi.. Git gel,
Frankfurt bu.. Hiçbir özelliği ve güzelliği olmayan bir ticari merkez.. Tipik Hans kenti.. Sabah gidip akşam
döndüğüm olurdu.. Öf ki öf.. Nefret..
Bu yüzden Dr. Erdoğan Karatay'ı tam iki yıl atlattım.. Oradaki Türkler, oradaki Galatasaraylılarla bir sohbet,
yemek.. Ben de bin atlatma bahanesi.. Ne var ki, bu Erdoğan muhteşem bir adam.. Kafasına koydu ise yandınız..
Sonunda "Evet" demek zorunda kaldım.. Biraz da İlham Gencer'in yüzünden.. Onun ne alakası var.. Şu alakası var.. Adam
80'leri aşmış, Frankfurt'ta bir gece kulübünü 2.5 aydır dolduruyor.. Bu bir mucize.. Bir gazeteci olarak gidip
görmem gerek.. Bir taşla iki kuş durumu oldu..
Kalktık gittik.. "Bu Erdoğan muhteşem bir adam" dedim ya.. Gerçekten öyle.. Frankfurt alerjimi biliyor.. Frankfurt'a
gittik, ama kenti o kadar az yaşadık ki.. Bir program yapmış, Frankfurt'a geçerken uğruyoruz adeta.. Abartmıyorum,
kent toprağına 50 adım ya bastım, ya basmadım..
Bir defa oteli Bad Nouheim'de ayırtmış..
Burası Frankfurt'a yakın bir köy.. Hani İstanbul'a göre Tuzla.. Ama Tuzla'nın
ötesi.. Bursa'nın Çekirge'si.. Bir ılıca, kaplıca yeri.. Havası nasıl güzel..
Artık iyice is kokan İstanbul'dan sonra cennet.. Doktor "Burası nefes darlığı
çekenlerin ve astım hastalarının tedavi merkezi" dedi..
Buz gibi.. Sıfırın altındayız. Gocuk kolumda.. Ceketin önü açık, öyle
dolaşıyorum.. Soğuk ama öyle oksijen dolu ki, hep sıcaksınız.. Nasıl ama, nasıl
güzel.. Köy meydanlarında yer yer, Çin Seddi gibi şeyler var.. Zalina mı, neymiş
adı.. Apartman yüksekliğinde bir ahşap duvar.. Üzerleri yöreye özel bir ağacın
dallarıyla kaplı.. Seddin tepesine yöre sularından elde edilen tuz döşeniyor..
Sonra, yaz günleri tabii, bu seddin üzerine, gene yöre ılıcalarından alınan
sıcak kaplıca suyu dökülüyor.. Bu sular tepedeki tuzları de eritip, dallar
üzerinden aşağı akarken çevreye bir hava yayılıyor.. İşte astımın ilacı bu..
İnsanlar seddin etrafında turalayarak bu havayı soluyorlar. Tedavi, kür bu..
Yazın köy tıklım..
Dolce Park Otel'de kalıyorum.. Tam otelin önüne geldik, meydanda bir Elvis
Presley büstü..
"Bre aman.." Aynen öyle.. Elvis askerliğini bir sene Almanya'da yaptı ya..
Kendi evini bulup çıkana kadar bu otelde kalmış, birkaç hafta..
Vay be.. Sen git, Elvis'in otelini bul bana.. Hem de bana.. Elvis'in nerdeyse
bütün şarkıları ile aşık olmuş, Hıncal'a.. Erdoğan'a bak..
"Are you lonesome tonight" diye mırıldanarak uzandım yatağa.. Dünyanın bir
ucunda bir otelde yapayalnızdım ama, değildim.. Düşündüklerim var.. Beni
düşünenler var. Yatak o kadar doluydu ki..
En güzel Elvis'i mırıldanarak uyudum..
"Falling in love with you!.."
|