“Elvis
gibi bir sanatçı çıkmadı bir daha!”
İlham Gencer... Türk müziğinin duayeni...
Müziğimize yaptığı katkılar yanında yetiştirdiği pek çok
sanatçı ile unutulmayacak olan Gencer ile çalıştığı mekânda
söyleşi yaptık. Söyleşiden hemen sonra sahneye çıkan ve
bizim için ünlü piyanosunda Surrender (Türkçe sözlerle), My
Way ve Spanish Eyes gibi Elvis'in seslendirdiği parçaları
söyleyen Gencer'e çok teşekkür ediyoruz.
Söyleşi:
Korkmaz Uluçay (14 Mayıs 2003)
.........
/ ..........
(İlham Gencer söyleşiye
hemen Surrender'i Türkçe sözlerle söyleyerek başlıyor)
İlham Gencer:
...Haydi koş dalgalara koş / O sarsın bağrına bizi /
Severiz güzel denizi / Kalbimi sana verdim ben...
Bunu Elvis
1961'de çıkarınca ben hemen atlayıp Türkçesini yapmıştım.
Efsane "Çatı
Kulübü"nden bahsedersek?
1960'da açtım
Çatı Kulübünü... Elvis de o zamanlar tabii Rock'n'Roll ve Blues
üzerine yaptığı şarkılarla fırtına gibi esiyor 60'lı yıllarda... Ben
o zaman da aslında yaşlıydım ona göre ama bugün bile onun
şarkılarını söylüyorum, çok da irtifa kazanıyorum yani. Şarkıcılar
yetiştirdim ben, onlara da Elvis'i öğretirdim. Meselâ Arhan Tekvar
vardı benim Çatı'da... Ben biliyorsun Ajda Pekkan, Emel Sayın, Ferdi
Özbeğen, Cem Karaca, Füsun Önal, Metin Ersoy, Cahit Oben, Siluetler,
Mavi Işıklar... Arhan Tekvar maden mühendisliği okuyordu o sırada. O
zaman gelirdi bizim Çatı Kulübü'ne. Elvis'in şarkılarını çok güzel
söylerdi, sesi uygundu. Ben daha ziyade cazcı olduğum için
Sinatra'nın, Armstrong'un şarkılarını söylerdim. Tabii Elvis'in de
şarkılarını söylerdim. Ama Tekvar'ın sesinin tınısı çok uyardı.
Elvis'i en güzel yorumlayan oydu diyebilirim.
Ben seneler önce sizi Parksa Hilton'da seyretmiştim. 20-30
kişilik bir grupla gelmiştik. Hatta herkes bir şarkı istemişti.
Sen de Elvis'i istemiştin.
Evet, It's Now or Never'ı söylemiştiniz. (Gülüşmeler)
Yine istek üzerine My Way'i de söylemiştiniz. İlham Gencer deyince
akla gelenlerden biri 1961 yılına ait "Bak Bir Varmış Bir Yokmuş"
şarkısı...
Evet, 1961 yılı aslında benim artık emekli olacağım yıldı. Tabii
1961'de de Fecri Ebcioğlu ile "Bak Bir Varmış"ı yaptık. Odeon
çıkartıyor onu yakında yeniden...
Bu şarkı ilk Türkçe sözlü hafif müzik şarkısı olarak anılıyor...
Evet, 1970'e kadar da herkesin aklında kalan şarkıydı. Ondan sonra
yapılanlar pek akılda kalmadı. Günümüzde bir sene evvelkini kimse
bilmiyor. Çünkü o zamanlar makineleşme yoktu, ruh vardı; sanatçılar
para kavgası yapmıyorlardı, bir şeyler üretmek istiyorlardı. Şimdi
her şey maddiyata dayanıyor, ruh kalmadı. TV çıktı müzik öldü,
görüntü ön plana çıktı. Bu benim her zaman üzerinde tartıştığım bir
konudur.
1961'de ilk kez Türkçe sözlerle söylemek cesaret isteyen bir şey
olsa gerek?
Fecri Ebcioğlu Çatı kulübüne geldi. O zamanlar THY'da çalışıyordu
rahmetli. Uçakta Ankara'dan gelirken Yeni Harman paketinin arkasına
sözlerini yazmış. Aslı Fransızca bir parçadır.
"C'est ecrit dans le ciel"?
Evet. Allahın dediği olur anlamına gelen bir parçadır (gökte
yazılı). İşte o zamanlar Çatı'da triom var benim. Tabii
arkadaşlığımız var yıllar önceden, sesi de güzeldir, ama hiç
şarkıcılık yapmadı. işte geldi, getirdi sigara paketini piyanonun
üstüne koydu, "Bu" dedi "C'est ecrit dans le ciel'in Türkçesi"...
Hemen adapte ettim, o kadar güzel oturdu ki sözler, provaya falan
gerek kalmadı. Bir başladı söylemeye, salonda kıyamet koptu. Fecri
Ebcioğlu'nu aşağı indirmiyorlar. Bir gecede üç defa çaldık. Teklif
geldi Odeon'dan, 45'lik plak yaptık bayağı sükse yaptı, 1 numara
oldu. Ondan sonra Türkçe sözlü hafif batı müziği bugüne kadar geldi.
Bunun öncüsü olduğum için gururluyum tabii. Fecri Ebcioğlu'nu da
rahmetle analım.
Bu şarkıdan sonra bir durgunluk olmuş, diğer sanatçılar hemen
cesaret edememişler başka Türkçe sözlü parça yapmaya?...
Sebebi şu: Bu kadar kaliteli söz ve müzik çıkartamadılar.
2 sene sonra
çıkmaya başlamış. O yıllara ait araştırma yaparken "İlham Gencer
Quartet"e rastlanıyor. Ali Çetinkaya bateri, Aydemir Mete bas, siz
piyano, bir de Yurdaer Doğulu gitar... Bu triodan başka bir
yapılanma mı?
Yurdaer Doğulu'yu Site Sineması'ndaki şov programlarına çıkartmıştım.
Filmlerden önce benim şovlarım olurdu. Ajda Pekkan, Metin Ersoy
falan hep orada çıktılar. Metin Ersoy'a "Kalipso Kralı" ismini dahi
ben koydum. "Belafonte'yi söyler, Elvis de söylerdi. Neyse
kontrabasta esas "Mister Cole" derler, Mehmet Karatosun vardı, Nat
King Cole'e benzer. Şu anda bir yerlerde çıkıyor. Sonra Almanya'ya
gitti. Benim grubumda zaten 3-4 tane zenci vardı, Türk zencisi
yani...
Elvis'ten ilk
dinlediğiniz şarkı?
İlk dinlediğim "It's Now or Never"... Ben İtalyancasını söylerdim "O
Sole Mio"... Elvis çıkınca tabii "It's Now or Never" olarak
söylemeye başladık. Sonra "Are You Lonesome Tonight?", Surrender...
Hızlı parçalarını pek söylemiyordum.
Neler hissetiniz ilk dinlediğinizde?
İnsanın ruhuna hitap eden bir ses, yani insanı başka bir aleme
götüren bir ses. Tabii bunun yanında fiziki özelliği de vardı, çok
yakışıklıydı. O da genç kızları çok cezbediyordu. Yani 1960'lı
yılların başında ben Elvis şarkılarıyla Çatı'da bayağı irtifa
kazandım.
Daha sonra başka Elvis şarkısı oldu mu repertuarda?
"Love Me Tender" (söylüyor biraz)... Bunları söylerdim. Hızlı
parçalarını söylemezdim, ben piyano çaldığım için caz ritmi yani
triomla, hızlı olanlar daha ziyade gitarlarla olacak şarkılar.
Dinlerdim tabii..
1965 yılında 3. Boğaziçi Festivali var. "Cherbourg Şemsiyeleri"
ile birincilik almışsınız?
O festivalde bütün ödülleri aldık. Benim grubumda Süheyl Denizci
vardı. Vibrafon, flüt, saksofon hepsini çalardı. Aydemir Mete
kontrabas, Ali Çetikaya da davul... En iyi aranjman, en iyi davulcu,
en iyi kontrabas, en iyi piyanist, en iyi beste bütün ödülleri
aldık. Şerif Yüzbaşıoğlu'nunki ile benim beste başabaş gelmiş puan
olarak... Sunucu bu durumu söyleyince, baktım ona verecek
diğerlerinin hepsini biz aldık diye, koştum onu da kaptım. Ama bu
bana çok pahalıya mal oldu. Yıllar sonra Yüzbaşıoğlu İstanbul
Radyosu'na program müdürü oldu, benim özel programım vardı daha
önce, rahmetli benim programlarımı iptal etti, ben de ona kızmadım
çünkü haklıydı (gülüyor). Radyodan da böylece ayrılmış olduk.
Canlı yapardık, istekler falan, telefonlar, mektuplar... Neyse, "Cherbourg
Şemsiyeleri" ile iyi sükse yapmıştık ama... Festivalde tam söylerken
yağmur da başladı, millet şemsiyeleri açtı; film müziğidir. Filmde
de öyle bir sahne vardır.
Yukarıda da saydığımız pek çok sanatçıya yardım etmişsiniz.
Evet, Ferdi Özbeğen gelir piyanoda çalardı. Yavuz Özışık da gelirdi,
benim aşağıdaki piyanomda çalışırlardı. ikisini de çok severim, çok
değerli sanatçılardır. "istanbul'un Güzelliklerini Koruma ve Yaşatma
Derneği"nin de genel başkanıyım ben. İstanbul için kurulan tek
dernek.
Elvis'in müziğini diğerlerinden farklı kılan neydi sizce?
Romantizm ve insanın ruhuna hitap etmesi.. Çok ayrı bir yeri var.
Türk hafif müziğine etkileri nasıl oldu? Ona öykünenler vs. Siz o
günleri yaşadınız.
Onun gibi bir sanatçı çıkmadı bir daha, yoktur böyle bir şey...
Profesyonellerden çıkmadı. Amatörlerden belki.
Erkut Taçkın meselâ?
Ha, evet, hızlı parçalarını söyledi, onun "Siyah Noktalar" grubu
Almanya'dan geldiğinde ilk gene benim Çatı Kulübü'nde çıktı birkaç
ay... Rahmetli babası amiraldir, benim eniştem de general olduğu
için Taçkın ailesiyle yakınlığımız olmuştur. Erkut profesyonel
olarak, Arhan Tekvar da amatör olarak diyebiliriz.
Ersan Erdura?
Site Sineması şov programlarına çıkarmıştım onu da. O zamanlar
herkes kuyrukta beklerdi o programıma katılmak için... Yükselmek
isteyen herkes...
Kayıtlarda da eşlik ediyor muydunuz şarkıcılara?
Plak kayıtlarında
eşlik etmedim, sahnede ettim. Cahit Oben, Fikret Kızılok meselâ
-Beatles kıyafetleriyle- onlar da benim Çatı'da çıkmışlardı.
Kendiniz neler dinlersiniz?
Caz dinlerim bildim bileli. İlk önce filmlerden dinlerdim.
1950'lerde asker olduğumda Amerikalı bir albaydan teyp almıştım. İlk
çıkanlardan. O teyple sinemalara gidip çekerdim. Bazı filmleri
Casablanca'yı falan 21 defa seyrettim şarkıları öğrenmek için. Teyp
bozulmuştu. Ayten Alpman -ilk eşim-, ona da o şarkıları filmlerden
öğrenip yapardık. Glenn Miller'in hayatını anlatan bir müzikal
vardı.
James Stewart oynamıştı?
Evet... "At Last", "In the Mood" vs. Türkiye'de ilk piyanoda boogie
boogie'yi çalan insanım. Ben ayrıca nota falan da bilmem, hocam da
olmadı, eğitim de görmedim. Her zaman söylerim, bazen de üzülürüm, o
zamanlar harika çocuklar için kanun falan da yoktu, elimden tutan
olsaydı belki daha başka olurdu. Dinleyerek öğrenirdim. İngilizce
bilen birine dinletirdim şarkıları. Ayten biraz bilirdi. O zamanlar
zor bulunurdu sözler. Sonra Tülay German bende çıktı. Caz söylerdi
bendeyken. Gönül Turgut da, Füsün Önal da ilk Çatı'da çıktı.
Amerikalı sunucu, 1964-65 olsa gerek, Türkiye'ye gelmişti: "Willies
Connover"... "Amerika'nın Sesi"... Ona da kokteyl verdik Çatıda,
davet etmiştim. Çatı gayrı-resmi bir konservatuvardı. Neyse Sinatra,
Louis Armstrong, Nat King Cole söylerdim en çok. Cole'ün kızı ile
tanışma fırsatı buldum İstanbul'da. "Senin babanın ilk ben söyledim
şarkılarını Türkiye'de" dedim.
Başka önemli anılar var mı?
1965 yılında Hürriyet Gazetesi'nin Altın Mikrofon Yarışması'nda
söylediğim "Zamane Kızları" var, şimdi yine basılıyor bir albümde...
Benim pek bestekârlığım yoktur. İki bestem var, İstanbul ile ilgili
ikisi de. Bu "İstanbul" şarkısını 5 lisanda yazmıştım. İtalyan
başbakanın kulağına fısıldadım İtalyancasını bir toplantıda. ABD
başkanı Clinton ve eşi Hillary'e de müzik yaptım. Kızım cazcı Ayşe
Gencer ile 4 saat müzik yaptım onlara Halas Gemisi'nde... 3 ay sonra
altın kravat iğnesi yollamış bana, imzası var üstünde... Bir de De
Gaulle'den liyakat mektubu aldım, ona da beste yapmıştım. Jacques
Chirac'a vermek istiyorum onu şimdi... 1968'de tanıştık De Gaulle
ile Dolmabahçe Sarayı'nda... Sözleri de Fransızca bilmediğim için
bir arkadaşa yazdırmıştım. Uçaktan indi, tam önümüzden geçerken
fırlayıp notayı eline sıkıştırdım; kağıdın altında da telefon
numaram var. Beni yaka paça götürdüler suikastçı zannedip, keskin
nişancılar az daha vuruyormuş beni, ikinci şube müdür muavini
bileğinden tutup engel olmuş. Sonra çok fena fırça yedim. Sonra
davet ettiler beni bizim bütün siyasetçiler ordaydı. De Gaulle gelip
ziyaret etti beni.
Bunun yanında unutamadığım Eartha Kitt var. Açlık çekiyordu,
Paris'teki kirasını ödeyemiyordu, İstanbul'da bale falan yapıyordu.
Ona "Üsküdar"ı öğrettim. Paris'e gitti 1951'de, 45'lik yaptı onu,
1953'te 1 numara oldu. Beni çok sever. Hilton'un açılışının 30.
yılında geldi yine buraya, karşılamaya gittik. "İşte" dedi "beni
milyarder yapan Türk sanatçı"... Yani kendi adıma dünyada bir şey
yapamadım ama aldığım ödüller ve yetiştirdiğim sanatçılar çoktur.
Son olarak üyelerimize bir mesaj vermek ister misiniz?
Müziğin dışında tek mesajım var. Dünyaya sevgiyle ve hoşgörüyle
baksınlar. Dünyayı cennet yapmak istiyorsak en başta sevgi gelir.
Gün gelir müzisyenler dünyayı idare ederse savaş da çıkmaz. Ben
göremem, çocuklarım ve damadım görürler belki. Caz müzisyenleri
birbirleriyle hiç kavga etmezler, diğerleri eder. Para, pul mühim
değildir cazda; birbirlerinin ekmeği ile oynamazlar cazcılar.
Elvis'e gelince, onun müziği de içinde romantizmi, sevgiyi ve
hoşgörüyü barındırır.
|